21 Eylül 2022 Çarşamba

KURUMSALLAŞMA NE DEĞİLDİR?


Türkiye’deki yönetim alanında yanlış olarak kullanılan kavramların başında “kurumsallaşma” gelmektedir. Yanlış kullanım örnekler maalesef çoktur. Sözgelimi, “corporate governance” konusunda bir araştırma yapıp, literatürü “Kurumsal Teori’den” yazanlar olduğu gibi, aile işletmelerinin kurumsallaşmasını araştırıp; “corporate governance” ilkelerine referans veren araştırmacılarız da var. Bu karışıklığın “birkaç münferit vaka” düzeyini aştığını görünce bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Yazıda önce birbirlerine karıştırılan kavramların doğru karşılıkları, ardından benzer sorunların tekrarlamaması için çözüm önerilerimi aktarmak isterim:

Kurumsallaşma (institutionalization): Genellikle aile işletmelerinde “patron odaklı yönetimden, sistem odaklı yönetime” geçiş sürecinin karşılığı olarak kullanılan kavramdır. Kurumsallaşma ile aile işletmesinde kişilerden bağımsız kurallar gelişir. Böylece işletmede kişilerin isteklerinden, kaprislerinden bağımsız bir yapı gelişir. Bu süreç “profesyonel yönetime geçiş” ya da “profesyonelleşme” olarak da tanımlanabilir.

Kurumsal Yönetim (corporate governance): Çok ortaklı işletmelerde hak sahipleri (hisse senedi sahipleri) ile söz sahipleri (yöneticiler) arasındaki ilişkilerin hangi ilkelere göre yürütülmesi gerektiğini açıklayan kavramdır. Kurumsal yönetim kavramının ana teması işletmenin üst yönetiminin, özellikle CEO olarak adlandırılan Baş İcracı Yönetici’nin ortaklar tarafından denetlenmesidir. Bu sayede “yolsuzluklar” önlenir. Kurumsal yönetim kavramı 2000 yılında ABD’nin en büyük şirketleri arasında yer alan Enron’un yolsuzluk nedeniyle batmasıyla kamuoyunun çok dikkatini çeken bir kavram olmuştur. Kurumsal yönetimin amacı halka açık, çok ortaklı işletmelerin adil, şeffaf, hesap verebilir ve sorumlu bir şekilde yönetilmesidir. Kavram Türkçe’de (benim de tercihim olan) “kurumsal yönetişim” olarak da kullanılmaktadır.

Örgüt Teorisi olarak Kurumsallaşma Teorisi (Institutional Theory): Meyer ve Rowan’ın (1977) öncüsü olduğu, DiMaggio ve Powell (1991) geliştirdiği sosyolojik bir örgüt teorisidir. Kurumsal Teori’ye göre örgütlerin yapısı çevreye göre şekillenir. “Yeni Kurumsal Teori” olarak da adlandırılan Kurumsal Teori’de kurumsallaşmaktan kastedilen “çevrenin” kurumsallaşmasıdır. Başka bir deyişle, örgütün içinde bulunduğu “örgütsel alanın” kurumsallaşmasıdır. Oradaki yönetim icraatlerinin, kuralların, yöntemlerin kurumsallaşmasıdır. Örgütün kurumsallaşması değildir. Örgütün içinde bulunduğu çevrenin (örgütsel alanın) kurumsallaşması ve buna bağlı olarak örgütlerin etkilenmesidir.

Kurumsal Teoriye göre; örgütsel alanda, başka bir deyişle çevrede “yasal”, “normatif” ya da “bilişsel” temelleri olan bazı rutinler oluşur. Bu rutinleri oluşturan örgütlerin kendisi, tedarikçi kuruluşlar, düzenleyici kuruluşlar vb. birçok aktör olabilir. Böylece çevre kurumsallaşır. Örgütlerin buna tepkisi ise “uyum”dur. Kurumsal Teori; örgütlerin hayatta kalmaları (meşruiyetlerini sağlamaları) için sadece etkili, verimli olmalarının yetmediğini, kurumsal çevreye uyum sağlamaları gerektiğini savunur.

Örgüt Teorisi olarak Kurumsallaşma Teorisi hakkında diğer iki kavrama göre daha az sayıda Türkçe yayın vardır. Kurumsal Teoriyle ilgili az sayıda Türkçe eserlerin önemli bir bölümünü Şükrü Özen vermiştir. Bu yüzden konuyu merak edenlere Özen’in eserlerini okumalarını öneriyorum. Sözgelimi Toplam Kalite Yönetimi’nin Türkiye’de yayılım sürecini, Kurumsal Teori’nin öğretisiyle çok güzel bir şekilde açıklamaktadır (Şükrü Özen, Bağlam, Aktör, Söylem ve Kurumsal Değişim: Türkiye’de Toplam Kalite Yönetiminin Yayılım Süreci, Yönetim Araştırmaları Dergisi, 2002, Cilt 1, Sayı 2, sy.47-90).

Görüldüğü üzere üç kavramın da ana teması ve açıkladıkları konular farklıdır. Birbirleri ile ilişkileri de yoktur. Ancak bir beyin fırtınası yaparsak ve bu kavramlar arasında doğrudan olmasa bile, aynı bilardodaki gibi banttan ne tür ilişkiler olabileceğini sorgularsak şu durumlar ortaya çıkıyor:

Kurumsallaşma ve Örgüt Teorisi olarak Kurumsallaşma Teorisi Arasındaki İlişki

Aile işletmesinin kurumsallaşmasında patron odaklı yönetimden sistem odaklı yönetime geçiş yöntemlerinin açıklandığı aktarmıştık. Bu durumda örgüt içinde kişilerden bağımsız kuralların geliştiği (kurumlaştığı) söylenebilir. Benzer şekilde Kurumsallaşma Teorisi’nde de kişilerden bağımsız rutinlerin tekrarlanmasıyla bazı kurumların gelişmesi söz konusudur. Ancak bir analiz (düzey) farkı dikkati çekmektedir. İlkinde örgütte, ikincisinde örgütsel alanda (çevrede) kurumsallaşmadan söz edilebilir. Başka bir deyişle biri örgüt içindeki, diğeri çevredeki kurumsallaşmayı açıklar. Çevredeki kurumsallaşmaya örgütün verdiği tepki ise uyum olmaktadır.

Peki her iki kavramın odaklandıkları konulara değinelim: Kurumsallaşma Teorisi bir çevredeki örgütleri uzun yıllar boyunca inceler ve kurumsal eşbiçimliliğe ve bu eşbiçimliliğin türlerine odaklanır. Aile işletmesinin kurumsallaşmasında ise yıllarca konu hep “ne yapalım ne edelim de sistem odaklı yönetime geçelim?” sorusu etrafında toplanmıştır. Belki son yıllarda örgütte inovasyonun öneminin artmasıyla birlikte “aslında çok da fazla kurumsallaşmak hantal bir yapı ile sonuçlanıyor. O zaman öyle bir yapı kuralım ki, hem patron odaklı olmasın, hem de çalışanlar inovasyona yönelsin” konusuna yönelmiştir. Görüldüğü üzere iki kavram arasındaki ilişkiyi “örgütte kişilerden bağımsız kurumlar” olarak tanımlanabilir Ancak yukarıdaki nedenlerden ötürü, bu ilişkiyi zayıf bir ilişki olarak nitelendirebiliriz.

Kurumsal Yönetim ve Kurumsal Teori Arasındaki İlişki

“Corporate Governance” kavramı Türkçe’ye neden “kurumsal yönetim” olarak çevrildi bilemiyorum. TKYD adında “Kurumsal Yönetim Derneği’nin” bile olması bu çevirinin Türkiye’de içselleştirildiğini doğrulamaktadır. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi corporate governance’ın bu iki kavramla (bence)      -yanlış Türkçe çevirisi dışında- bir benzerliği yoktur. Yine beyin fırtınası yaptığımızda; en yakın ilişki bence; Kurumsal Teori’nin öğretileri ile kurumsal yönetimin (corporate governance) nasıl yayıldığının analizidir.

Sözgelimi ABD’de kurumsal yönetim kavramının nasıl yayıldığını ele alalım: 2000 yılındaki Enron yolsuzluğundan sonra ABD’de mevzuat değişir ve yönetimi daha fazla denetleyen Sarbanes-Oxley Kanunu (SOX) hayata geçer. Sonra devlet halka açık şirketlere der ki ”Sarbanes-Oxley Kanunu’na göre çalışacaksın”. Kurumsal Teori’nin açıklamalarına göre bu davranış Coercive Isomorfizm’dir (zorlayıcı eşbiçimlilik). Sarbanes-Oxley Kanunları’nın özü zaten “Kurumsal Yönetim İlkeleri’ne” dayanmaktadır.

Aynı durumu Türkiye için düşünürsek: Yeni Türk Ticaret Kanunu anlaşılır ve güzel bir Türkçeyle işletmeleri kurumsal yönetime özendirmekte ve halka açık olanlara da kurumsal yönetimi mecbur tutmaktadır, aynı SPK gibi. Bu Kurumsal Teori’nin diliyle “zorlayıcı eşbiçimliliktir”. Diğer yandan Türk Kurumsal Yönetim Derneği (TKYD) de birtakım faaliyetlerle kurumsal yönetimi anlatıyor, tanıtıyor, benimsenmesi için çaba gösteriyor. Bu ise yine Kurumsal Teori’nin açıklamalarıyla normatif eşbiçimliliktir. İki kavramın ilişkisi zayıftır, başka da bir ortak yönü yoktur.

Kurumsallaşma ile Kurumsal Yönetim Arasındaki İlişki

Son olarak aile işletmesinin kurumsallaşması ile, corporate governance karşılığı olarak kullanılan kurumsal yönetim arasındaki ilişkiye bakalım: Aile işletmesinin kurumsallaşması ile şahıs odaklı yönetimden sistem odaklı yönetime geçiş açıklanıyordu. Kurumsal yönetim ile de yöneticiler ve ortaklar arası ilişkilerin nasıl olmasına ilişkin (kamuya şöyle bilgi verilecek, yönetim kurulu şöyle çalışacak vb.) birtakım ilkeler sıralanmaktaydı. Her iki kavramın odak noktaları farklı olmasına rağmen; Kurumsal yönetim ilkelerini uygulayan, benimseyen bir örgütün doğal olarak “kurumsallaşma” konusunda ilerleme sağlayacağı düşünülebilir.

Ancak kurumsal yönetimin odağı yukarıda da açıklandığı gibi “ne yapalım edelim de yöneticileri denetleyelim”dir. Bu ilkeleri benimseyerek kurumsallaşma yönünde aşama kaydeden olabilir. Tersi de söz konusudur. Hatta Şükrü Özen’in “törensel benimseme” adını verdiği bir “sözde” benimseme modeli de vardır. Bir örnekle belki daha anlaşılabilir: Bilindiği gibi, halka açık işletmelerin SPK düzenlemeleriyle uyması zorunlu bazı Kurumsal Yönetim İlkeleri var. Ancak işletmeler bunlara “şekil” olarak uyuyor, konuyu içselleştirmiyorsa o zaman Özen’in vurguladığı “törensel benimseme” söz konusudur.

Bu konuda Türkiye’de yapılan bir araştırmada Üsdiken ve Öktem “bağımsız” olması gereken yönetim kurulu üyelerinin aslında “bağımsız olmadıklarını” ortaya koymaktadırlar. Bu durum da kurumsal yönetimi “törensel” olarak benimsediklerini doğrulamaktadır (Behlül Üsdiken, Özlem Yıldırım Öktem: “Kurumsal Ortamda Değişim ve Büyük Aile Holdingleri Bünyesindeki Şirketlerin Yönetim Kurullarında İcrada Görevli Olmayan ve Bağımsız Üyeler” Amme İdaresi Dergisi, Cilt 41, Sayı: 1, Mart 2008, sy.43-71).

Sonuç

Yazının sonunda benzer kavram karmaşalarını aşmak için neler yapmak gerekli? Sorusunun yanıtlarını tartışmak isterim. Aslında bu ve benzer kavramların Türkçe’deki karşılıklarını dilimize doğru yerleştirmek için Türk Dil Kurumu her bilim dalından olduğu gibi, “Yönetim” kürsüsünden üstad hocalarımızla periyodik toplantılar yapıp yabancı kavramlar üzerinde hem fikir olunan karşılıkları kamuoyu ile paylaşabilir. Diyelim ki Türk Dil Kurumu’nun işleri yoğun ve bu işe zaman ayıramadı. O zaman her yıl düzenlenen ulusal bilimsel kongrelerde düzenli olarak bir oturum düzenleyip; sözgelimi yönetim kürsüsündeki dilimize yeni giren sözcüklerin Türkçe karşılıkları tartışılabilir. Hatta yönetim hocaları kongre öncesinde online bir platformda (forum gibi) biraraya gelip en azından hangi kavramlara ne gibi Türkçe öneriler sunduklarını sıralayabilirler. Eğer bu yollardan biri hayata geçirilmediğinde maalesef birbirinin ne dediğini anlamadığı için yarı İngilizce, yarı Türkçe konuşan insan sayısı giderek artacaktır.

Son olarak hem yeni araştırmacılara, hem de kıdemli araştırmacılara bazı öneriler sunarak yazımı bitirmek istiyorum: Önce kendim gibi kıdemli araştırmacıların Türkçe yayınlar yapması gerektiğini önemsiyorum. Sözgelimi ben “kurumsal yönetim” konusunu -bu yazıda olduğu gibi- irdeleyen birkaç kitap yazsaydım belki bugün yaşanan karışıklık daha az olabilirdi.

Yeni araştırmacılara önerim de ilgilendikleri konuya “merakla” yaklaşıp, çok okumaları ve sabırlı olmalarıdır. Bir bildiri ya da makale, hatta tez yazmak sabır ve bilimsel disiplin gerektirir. Aceleyle Google’a aranan kavramı yazıp ilk gelen içerikleri derinlemesine okumadan kopyala-yapıştır yöntemiyle bir şeyler üretmeye çalışmak sizi yanıltabilir. Çünkü kimi zaman Google’a eklenen içerikler de doğru olmayabilir.

Not: Kurumsal Yönetim kitabı yazma konusunda konsantrem tamam :)